Son yıllarda çokça duyduğumuz bir terimle ilgili yazmak istedim bugün, “iş-yaşam dengesi”. Eminim bir çoğunuz bu terimi duyduğunuz anda eğer bir firmanın çalışanıysanız “o bir hayal” demeye, şayet bir firmanın yöneticisiyseniz de “ne gerek var böyle şeylere” demeye başladınız bile. Aslında benim amacım da iki taraftan bakmak olaya.
Gelin bu yazının esin kaynağı olan bilgiye bakalım birlikte. Yeni Zelanda’da Perpetual Guardian adındaki bir firmanın CEO’su Andrew Barnes gördüğü bir araştırmanın etkisinde kalarak radikal bir kararla haftalık çalışma gününü 5’ten 4’e indiriyor. Etkisinde kaldığı araştırmanın söylediğine göre ortalama bir çalışan günde sadece 2.5 saat verimli çalışabiliyormuş! İnanması ne kadar güç görünüyor değil mi? Bizim CEO abimiz de pek inanamadığı için çalışma saatlerini 2.5 saate düşürmüyor tabi ki, ancak yine de bir denemek lazım diyerek çalışanlarına 1 gün izin veriyor, maaşlarını değiştirmeden.
Bu planını çalışanlarına açıklarken, çalışanlarından yüzde 20 daha az çalışmalarına rağmen aynı verimlilikte kalacak yöntemler için beyin fırtınası yapmalarını istiyor. Plan devreye girdiğinde ise çalışanlar kendilerinden tam olarak bekleneni yapıyor. Toplantılarda çok daha kısa kalıp (2 saat yerine ortalama 30 dakika), iş sırasında sosyal medyada çok daha az zaman geçiriyorlar. Hatta kendi aralarında ilginç deneyler yaparak, müsaitlik durumlarını ve rahatsız edilmek istemediklerini masalarının üzerine küçük bayraklar yerleştirerek belirtmeye başlıyorlar. Araştırmaların gösterdiğine göre dikkat dağıtıcı bir olaydan sonra tekrar konsantre olmak 20 dakika sürüyormuş. Bunu düşündüğümüzde sadece bu 20 dakikalık dikkat dağılmalarını bile minimize edildiğinde 1 günlük çalışmama farkı hızla kapanabilir.
Planın devreye alınmasından önce ve devreye alındıktan sonra çalışanlar üzerinde araştırmalar yapan Auckland Üniversitesi’nden İnsan Kaynakları Profesorü Jarrod Haar; “İşi denetleyenler çalışanların tüm işlerini daha kısa sürede hiç sorun yaşamadan bitirmelerine oldukça şaşırmış görünüyor” diyor.
İş stresinin %45’ten %38’e düştüğü gözleniyor. İşverene bağlılık ise %68’den %88’e yükseliyor.
Bahsettiğimiz vakada iş-yaşam dengesinin “yaşam” yani “çalışan” tarafını tutmuş gibi görünüyorum. Bir çalışan olarak bu benim de işime geliyor elbette. Ancak bir de diğer taraftan bakmak gerekiyor sanırım olaya. Bu denge ne kadar kulağa güzel gelse de bazı zamanlarda sadece “daha fazla” çalışmamız gerektiği anlar oluyor. Bir çalışan olarak böyle bir an geldiğinde “benim iş-yaşam dengesi prensiplerim ve bana tanınan haklar var” söyleminin altına sığınıp çalışmayı redderek gelişmenin imkansız olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. Burada bana göre kritik nokta ilk önce işi sahiplenmek, yani bulunduğumuz konumda elimizdeki işi sanki kendi kurduğumuz şirketi yönetiyormuş gibi yönetmek gerekiyor. Bu sahiplenmeyi yaşayamıyorsanız zaten büyük ihtimalle doğru şirkette veya pozisyonda çalışmıyorsunuz demektir.
Peki diyelim ki iş-yaşam dengemiz yukarıdaki örnekteki gibi radikal olarak iyileşti, bu durumda işten arta kalan “yaşam” zamanlarında ne yaptığımızın bir önemi yok mu? Aile, sosyalleşme, yaz-kış tatilleri gibi beynimizi işimizden çok uzaklara götüren eylemler dışında, işinle veya mesleğinle ya da kariyer hedefinde olmak istediğin yerle ilgili araştırma yapmak da bu işin “yaşam” kısmına girmelidir. Yani salt eğlenmek, masaj yaptırmak, tatil yapmak gibi rahatlama üzerine kurulu eylemlerin yanında endorfin salgılanmasını, kendini, hayallerini ve hedeflerini büyütme yolu ile sağlayıp işe döndüğün o gün daha konsantre ve hedef odaklı olmanı sağlayacak işler de yapmak gerekli o “yaşam” bölümünde.
Sözün özü, yapay zeka gibi gelişen teknolojilerin insanların işlerini tehdit etmeye başladığı günümüzde çalışanların kendilerini meslekleriyle ilgili farklı disiplinlerde eğitmesi kritik öneme sahip olmaya başladı. Bahsedilen bu dengenin iyileşmesi aslında yaratılan zaman kaynağının çalışanların eğitilmesinde kullanılması için de büyük önem arz ediyor. Bu denginin iyileştirilmesinin ise Perpetual Guardian CEO’su yönetim ekibinin işi olduğunu söylüyor ve yöneticilerin, çalışanlarının haftada 5 gün çalışması gerektiğine kodlandıklarını beliritiyor. Ancak iş yükü çok yüksek olan ve ne yazık ki gerektiği kadar çalışanı olmayan firmalarda zaten bir kişi, iki kişi ölçeğinde çalıştığı için haftada 4 günde işlerin yetiştirilmesi ne yazık ki imkansız durumda. Bu yüzden öncelikli olarak işe alım süreçlerinin ve organizasyonel verimliğin doğru noktaya çekilmesi gerekiyor. Ardından bunu çalışanına hissettirmeyi başaran işverenin çalışma gününü haftada 4’e indirse bile çalışanın da bu durumda elinden geleni yapacağından pek şüphem yok.
Kaynak: NYTimes